Blog

Blog

Tarihi Camiler 21 June 2018

Tarihi Camiler

Selimiye Cami, Süleymaniye Cami, Sultan Ahmet Cami Bursa Ulu Cami, Konya Alaaddin Camii gibi tarihi özellikleri ve güzellikleri ile milyonları kendine hayran bırakan camilerimizin ne zaman kim tarafından inşa edildi hiç merak ettiniz mi?

İşte çoğu buram buram tarih kokan Türkiye’nin en güzel camileri ve onların mimarları;

 Kocatepe Camii

Ankara’da Cumhuriyetten sonra inşa edilen en büyük cami. İlk olarak 1944’te çalışmalar başlatıldı. 1957 yılında merhum Başbakan Adnan Menderes’in direktifi ile Kocatepe’de bu câmi ve diyanet sitesi yapılması uygun bulundu. Birinci proje sırasında temeli atılan diyânet hizmet binası, 1964 yılında tamamlandı. 1967 yılında açılan ikinci proje yarışması neticesinde aynı yıl câminin temeli atıldı. İki sene sonra alt katı ibâdete açıldı. 1981 yılında Diyânet Vakfına devredilen inşaat, 1986’da tamamlanarak ibâdete açıldı.

On altıncı yüzyıl estetiği ile 20. yüzyıl teknolojisi birleştirilerek inşâ edilen câmi, dört minâresi ile Selimiye’yi, merkezî ve yarım kubbeleri ile Sultan Ahmed Câmiini hatırlatır. 64x67 m (4288 m2) ölçüsündeki câminin harem kısmı, 48.5 yüksekliğinde, 25.5 metre çapında bir kubbe ile örtülüdür. Ana kubbe etrafında 4 yarım kubbe vardır. Bu yarım kubbeler, 12 kubbeyle genişletilmiştir. Kubbeler kurşunla kaplatılmıştır. 2400 m2lik alanı kaplayan revaklı avlu 26 kubbe ile örtülüdür. Bir ana 4 yan kapısı vardır. Modern bir konferans salonu, otopark, süpermarket, idarî büro gibi yan bölümleri, gasilhaneleri ve selsebilleri ile cami modern mimarîye göre klasik üslupla inşa edilmiştir.

Selimiye Camii

Selimiye Camii (Edirne) Sultan II. Selim'in emri üzerine Mimar Sinan tarafından Kıbrıs'ın fethiyle elde edilen ganimetlerle eski sarayın baltacılar koğuşunun bulunduğu yerde yapılmıştır. 1568 - 1574 yıllarında tamamlanan Selimiye Camii Osmanlı-Türk mimarisinin en büyük eseridir. Üçer şerefeli dört minaresi vardır. Her minarenin yüksekliği 70,89 m.'dir. Kubbesi 31,28 m. çapında olan Selimiye Camii'nin Harim tarafındaki minarelerin şerefelerine ayrı ayrı yollardan çıkılabilmektedir.

Osmanlı hükümdarı II. Selim tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Selimiye Camii, zamanın başkenti olan Edirne'de, şehrin en yüksek noktasında Yıldırım Beyazıt'ın yaptırdığı Baltacılar Koğuşunun kalıntıları üzerine yapılmıştır. Yapımına 1569'da başlanmış ve 1575'de tamamlanmıştır. Osmanlı-Türk sanatının en muhteşem eseridir. Mimar Sinan, Selimiye için "ustalığımın eseri" demiştir. Açık havalarda Rodop Dağları'ndan ve Uzunköprü'nün Süleymaniye Köyü'nden görülebilmektedir.

Selimiye'de daha önceki hiç bir camide, Ayasofya ve Bizans eserinde ve antik çağ mabetlerinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii tek bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe, 8 filayağına dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, filayaklarına kemerlerle bağlıdır. Kubbenin çapı 31,28 metre, yüksekliği de 15,86 metredir. Bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlar. Kubbe aynı zamanda camiinin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler.

Selimiye'nin herbiri 70,89 metre yüksekliğinde, kalem gibi incecik 4 minaresi vardır. Minareler üçer şerefelidir. İki minaresinde şerefelerin üçüne giden yol ayrıdır. Bu minarelerden aynı anda üç şerefeye de birbirini görmeden üç kişi çıkabilir. Öndeki iki minarenin taş oymaları çukur, ortadaki minarelerin oymaları ise kabarıktır. Minarelerin kubbeye yakın olması, camiyi göğe doğru uzanıyormuş gibi gösteren bir görünüş güzelliği sağlar. Diğer camilerde ise minareler açığa yapılmış ve yapı genişlemiştir. Selimiye'nin mermer, çini ve hat işçilikleri de önemlidir. Yapının içi İznik çinileriyle süslüdür. Büyük kubbenin tam altındaki hünkar mahfili, 12 mermer sütunludur ve 2 metre yüksekliktedir. Çinilerin bir kısmı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında, Rus generali Mihail Skobelev tarafından sökülerek Moskova'ya götürülmüştür. Caminin mimarisinde olduğu kadar, mermer, çini ve hat işçiliklerinde de kusursuzluğa varılmıştır. Yapının içi İznik çinileriyle süslüdür. Büyük kubbenin tam altındaki Hünkar mahfili, 12 mermer sütunlu ve 2 metre yüksekliktedir. Çinilerin bir kısmı 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında, Rus generali Skobelef tarafından sökülerek Moskova'ya götürülmüştür.

Yapının, kuzeye, güneye ve avluya açılan 3 kapısı vardır. İç avlu, revaklar ve kubbelerle süslüdür. Avlunun ortasında mermerden özenle işlenmiş bir şadırvan vardır. Dış avluda ise Sıbyan Mektebi, Darül Kurra, Darül Hadis, medrese, imaret bulunmaktadır. Sıbyan Mektebi günümüzde Çocuk Kütüphanesi, medrese ise müze olarak kullanılmaktadır.

Bursa Ulu Camii

1395-1399 yılları arasında Yıldırım Bayezid tarafından Bursa'da yaptırılan cami, Bursa'daki mimari eserlerin en büyüğüdür. Cami kapısının üzerinde İvaz Paşa'nın adı bulunmaktadır.
Paye ve sütunlu olan düz çatı ile örülen Selçuklu camiilerinin kubbeli düzene çevrilmiş ilk örneklerindendir. 56x68 m boyutlarındadır. 12 Paye ile, 5 nefe bölünmüştür. 20 kubbesi vardır. Üzeri açık kubbenin altında bir şadırvan vardır. Şadırvanın çevresinde Kur'an okumak için ayrılmış sofalar vardır.

Üzeri kabartma kıvrık dallarla süslenmiş ve ceviz ağacından yapılmış sekiz köşeli küçük çerçevelerin birleştirilmesiyle meydana gelen mimberin sağ kanadında, yapan ustanın adı (Elhac Mehmed Abdülaziz İbni Dakira) yazılmıştır. Ön cephenin iki köşesinde birer minare vardır.

Yeşil Camii

Bursa'nın Yeşil semtindedir. Çelebi Sultan Mehmet tarafından 1419 yılında yaptırılmıştır. Yeşil Cami, ters T planlı camiler grubuna girer. (Bazı kaynaklarda buna Zaviyeli Camiler ya da Bursa tipi denebilir.) Kuzey cephesinde son cemaat yeri yoktur. (Çelebi Mehmet'in ani ölümü üzerine yapılamadan kalmıştır.) Bu cephedeki büyük ana kapıdan 2.30 metrelik dar ve karanlık bir koridora girilir. Koridorun gerisinde Bizans başlıklı ikişer sütun bulunur. Bu koridor, doğu ve batı ucunda üstü tonoz örtülü yan odalara açılır. Alçak bir girişten sonra orta mekana gelinir. Bu mekandaki 13metre çapında, 25 metre yüksekliğindedir ve mihrap önü kubbesine Bursa kemeri ile bağlıdır. Caminin iç mekanındaki tezniyat bütünü ile uyum içinde ve göz kamaştırıcıdır. 

Müezzin mahfili, Bursa kemerlerinin üstüne kadar çini ile kaplanmıştır ve hünkar mahfili muhteşem çini dekorasyona sahiptir. Korkuluğu ayrıca bir çini harikasıdır. Mihrap eyvanının doğu ve batı pencerelerinin üstünde duvara yazılmış eş iki yazı vardır. Daire biçiminde olan bu yazılardan biri kırmızı, diğeri yeşil olup, birinin içinde Ahmet Vefik Paşa'nın adı geçmektedir. Yüksekliği 10.65 metre olan mihrap, çinilerin en güzel olduğu kısımdır.  Mihrabın dış çevresindeki kufi ve sülüs karışımı yazı dikkate değerdir. Kuzeybatı ve kuzeydoğu köşelerindeki minareler yenidir.

Emir Sultan Camii

Emir Sultan Camii, Bursa'da, Yıldırım Bayezid'ın kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına, muhtemelen Çelebi Sultan Mehmed'in hükümdarlığı sırasında ( 1366 - 1429) inşa ettirilmiştir. Bursa'nın en önemli mimari yapılarından olan Emir Sultan Camii, Yıldırım ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Bursa'nın doğusunda aynı adı taşıyan mahallede "Emir Sultan mezarlığı"nın yanında servi ve çınar ağaçlarının arasında yer almaktadır. Cami ilk yapıldığı zaman tek kubbeli iken 1507'de avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir. 

Camii 1795 yılında tamamıyla yıkılmış, 1804'te III. Selim camiyi aynı plan üzerine yeniden kurmuştur. 1855 depreminde hasar gören cami 19. yüzyıl zarfında tamir edilerek harap olmaktan kurtarılmıştır. Cami sekizgen kasnak üzerine oturan tek kubbeye sahiptir. Kuzey cephesinin köşelerinde kesme taştan birer minaresi vardır. Dikdörtgen biçiminde, ahşap kolonlar üzerinde sivri ve yatay kemerli ahşap revaklarla çevrili geniş avlusunun ortasında şadırvan, güneyde cami, kuzeyde türbe ve ahşap odalar yer almaktadır. 

Camiinin içi gayet aydınlıktır. Kasnakta on iki, beden duvarlarında kırk adet büyük pencere vardır. İznik ve Bursa'da yapılmış dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenmiş ve üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirilmiş olan Emir Sultan Camii'nin mihrabı da, 17. yüzyılda İznik çinileriyle yaptırılmıştır.

Sultanahmet Camii

İstanbul'da bugünkü Sultanahmet semtinde Sultan Birinci Ahmed tarafından yaptırılan cami; medrese, darülkurra, sıbyan mektebi, türbe, arasta, dükkanlar, hamam, darüşşifa, imaret ve üç sebilden oluşmaktadır. 1609- 1620 yılları arasında Mimar Sedefkar Mehmed Ağa tarafından yapılmıştır. Duvarlarla çevrili bir dış avlunun içinde yer alan cami, her ikisi de kareye yakın planlı bir ibadet mekanı ile bir şadırvan avlusundan oluşur. İbadet mekanını örten yirmi iki metre çapındaki ortak kubbe dört yandan yarım kubbelerle çevrilmiş, boş kalan dört köşeye de birer küçük kubbe getirilerek tam bir merkezi plan şeması oluşturulmuştur. Büyük kubbeyi taşıyan kemerlerin oluşturduğu daire kesitli dört fil ayağı dilimli yapılarak kalınlık etkisinin azaltılmasına çalışılmıştır. Kubbeye geçiş büyük pandantiflerle sağlanmıştır. Caminin duvarları, ikinci pencere sırasına kadar mavi rengin egemen olduğu çinilerle kaplıdır. Duvarların ve fil ayaklarının yarıdan yukarısı, kemelerin, pandantiflerin, yarım kubbelerin ve büyük kubbenin içi gene mavi ağırlıklı kalem işleri ile bezenmiştir. Bu yüzden cami, özellikle Avrupalılar arasında Mavi Camii olarak bilinir. Dört yanı revaklı şadırvan avlusunun dış avluya bakan iki yan duvarıyla, caminin iki katlı revaklarla zenginleştirilmiş yan duvarlarının üstünde, zemin hizasında abdest muslukları sıralanmıştır. İkisi iç avlunun dış köşelerinde, dördü de cami kütlesinin köşelerinde yer alan minarelerin ilk ikisi ikişer öbürleri üçer şerefelidir.

Dış avluda, caminin güneydoğu köşesinde yer alan ve bir rampa ile çıkılan Hünkar Kasrı bu uygulamanın ilk örneğidir. burası bugün Halı Müzesi olarak kullanılmaktadır. Caminin bodrumunda da Kilim ve Düz Yaygılar Müzesi açılmıştır.

Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından birisi olan Sultan Ahmet Camii İstanbul’a gelen herkes tarafından hayranlıkla ziyaret edilir. Klasik Türk Sanatının bir diğer örneği olan bu Sultan Ahmet Camii orijinal olarak 6 minare ile inşa edilen tek camidir. Bulunduğu yer tarihi İstanbul şehrinin daha erken yapılmış diğer önemli eserleri ile çevrilidir. İstanbul şehrinin en güzel manzarası denizden görülür. Bu şahane manzarada caminin silueti yer alır. Şöhreti “Mavi Camii” olarak bilinen eserin asıl adı I. Sultan Ahmet Camiidir. Esas mesleğine yakışır şekilde, Mimar Mehmet Ağa Cami içerisini kuyumcu titizliği ile dekore etmiştir. 1609-1616 yılları arasında inşa edilen cami büyük bir kompleksin içerisinde bulunurdu. Bunlar bir kısmı zamanımıza gelemeyen sosyal ve kültürel içerikli yapılardı.

Kapalı Çarşı, Türk Hamamı, aşevi, hastane, okullar, kervansaray ve Sultan Ahmet’in türbesi belli başlı kısımlardı. Caminin mimarı klasik Türk sanatının ulu mimarı olan Koca Sinan’ın öğrencisiydi ve caminin yapımında hocasının daha önce denediği bir planı, daha büyük ölçüde uygulamıştı. Sultan Ahmet Camiinin esas girişi Roma devrinden kalan hipodrom tarafındadır. Bir dış avlunun çevrelediği iç avlu ve esas mekân yüksek bir podyum üzerindedir. İç avluya açılan kapıdan ortadaki sembolik şadırvan ve etrafı çevreleyen galerilerin üzerinden, fevkalade bir harmoni ile biri, biri üzerine yükselen kubbeler görülür. İçeriye açılan 3 kapıdan herhangi birinden girildiğinde dış görünüşü tamamlayan boyama, çini ve vitray camlarının zengin ve renkli süslemeleri ile karşılaşılır. İç mekan büyük bir bütündür; ana ve yan kubbeler geniş sivri kemerlerin dayandığı 4 iri sütun üzerinde yükselir. Caminin içini 3 taraftan çevreleyen balkonların duvarları, sayıları 20.000’i aşan şahane İznik çinileri ile süslüdür. Bunların yukarısı ve bütün kubbe içleri ise boya işidir. Boya süslemelere hakim olan renk mavi değildi. Camiye isim olan mavi renk sonraki tamirlerde boyanmıştı. 

1990 yılında tamamlanan son tamirde iç dekorun koyu rengi orijinal açık renklerine döndürülmüştür. Her camide olduğu gibi, yerler halılarla kaplıdır. Ana giriş karşısında yer alan mihrap yanında, şahane oyma işçiliği olan mermer minber yer alır. Diğer tarafta ise Sultanların locası balkon şeklinde görülür. 260 pencerenin aydınlattığı iç mekânı örten kubbe 23,5 m. çapında ve 43 metre yüksekliğindedir. Yakın yıllarda tamir edilerek yeniden inşa edilen camii çarşısı, eserin doğusunda yer alır. Sultan Ahmet’in tek kubbeli türbesi ve medrese binası kuzeyde, Ayasofya tarafındadır. Yaz aylarında buradaki parkta geceleri ses ve ışık gösterileri yapılır. Sultan Ahmet Camii, civardaki bir çok eski abidevi yapı ve müzelerle birlikte şehir turlarının merkezinde yer alır. Minareler klasik Türk üslubunun bir diğer örneğidir. Spiral merdivenlerle şerefelere ulaşılır. Günde 5 defa, namaz vakti buralardan okunarak duyurulur. Günümüzde ezan hoparlörlerle okunmaktadır. Kubbeler ve minarelerin üstleri kurşunla kaplıdır, bunların uçlarındaki alemler ise altın kaplamalı bakırdan yapılmışlardır. Bu üst örtülerin tamiri icabında eskiden olduğu gibi ustalıkla yapılmaktadır. İslam dini her Müslüman’ın günde beş kez namaz kılmasını şart koşar. Minarelerden okunan Ezanı işiten inananlar, abdestlerini almış olarak namazlarını kılarlar. Cuma günleri öğlen namazı ve bazı diğer önemli dini günlerin namazları camilerde toplulukla beraber kılınır. Bunların dışındaki namazlar, vakitlerinde herhangi bir yerde kılınabilir. Camilerde toplu namazları hocalar, Kuran’dan bölümler okuyarak kıldırırlar. İbadet sırasında erkeklerle kadınların yerleri ayrıdır. Camilerde orta mekânda yalnız erkekler, arkalarında veya balkonlarda kadınlar ibadet ederler.
Klasik Türk Camilerinin özelliği, en kalabalık günlerde bile namaz kılan topluluğun çoğunluğunun mihrabı rahatça görmesine elverişli olmasıdır.

Süleymaniye Camii

Süleymaniye Camii İstanbul'da aynı isimdeki semtte yer alan, Mimar Sinan tarafından yapılmış olan şehrin en büyük ve görkemli camii. İstanbul’un siluetini minareler ve kubbeler süsler. Dış ve iç estetiği, fevkalade muntazam, göz okşayıcı proporsiyonları seyredeni büyüler. Süleymaniye Camii bir mimari şaheserdir. 16. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun her bakımdan gelişmiş ve ilerlemiş olduğu bir devirdir. 36 Osmanlı Sultanı arasında 47 yıl ile en uzun hüküm süreni Kanuni Sultan Süleyman’dır. Bu büyük şöhretli Sultan, kendi adına yaptırtacağı camii Koca Mimar Sinan’a havale etmişti. Mimarlık dünyasının bir dehası olan Mimar Sinan, camii ve etrafını saran büyük kompleksi 1550-1557 yılları arasında tamamlamıştır. Türk sanatının klasik döneminin kurucusu ve geliştireni Mimar Sinan, sanatının üstünlüğünü burada da ispat etmişti. Caminin avlusunun etrafını çevreleyen büyük komplekste okullar, kütüphane, hamam, aşevi, kervansaray, hastane ve dükkânlar bulunur. Süleymaniye’nin dış güzelliğini seyredebilmek için yapıdan uzakta olmak gerekir.  Galata Kulesi’nden veya Haliç’in Galata kesiminden, bu imparatorluk eseri bütün haşmeti ile görülebilir. Dört minaresi olan caminin esas mekânını büyük bir kubbe örter. Caminin ana girişi etrafı revaklarla çevrili, ortasında şadırvanı olan iç avludandır. İç mimarideki açıklık, bütünlük, ölçülü bir süsleme buranın haşmetli etkisini güçlendirir. 53 metre yüksekliğinde 26.50 m. çapındaki merkezi kubbeyi fil ayağı denilen dört büyük paye taşır. Mekânın bütün elemanları uyumlu bir armoni içerisindedir. Statik bakımından da yapının dengesi kusursuzdur. Zaman içinde İstanbul şehrini sarsan depremler burada tek bir çatlağa bile sebep olamamıştır. Kubbenin içi geçen yüzyılda yapılmış barok tesirli dekorasyondur. Yerdeki el yapısı tek örnek, mihraplı halı 1950’li yıllarda yerleştirilmişti. İçerideki en göz alıcı yer mihrap duvarındaki 16. yy. orijinal, fevkalade renkli, Türk motifleri ile süslü vitraylardır. Gayet sade mevlithanlar balkonu ve minber yanında, yine mermerden yapılmış mihrap nişinin etrafı çinilerle süslüdür. Sultan locası mihrabın solunda bulunur. Duvarlar Kuran’dan alınan ayetlerle süslüdür. Bunlar Türk kaligrafi sanatının çok güzel örnekleridir. Giriş ve yan cephelerde kadınlara ayrılmış balkonlar yer alır. Girişin sağında bronz kafesli bölme 18. yy. Türk maden işçiliğinin güzel bir örneğidir. Caminin arka avlusunda Sultan Süleyman’ın, bunun yanında da çok sevdiği karısı Roksana’nın büyük türbeleri bulunur. Etrafta değişik asırlarda yapılmış önemli kişilerin mezarları vardır. Süleymaniye kompleksinin bir ucunda küçük ve gayet mütevazı bir mezar bulunur. Burası 99 yıl şan ve şöhret ile yaşamış 50 yıl süre ile İmparatorluk baş mimarlığı yapmış, büyük usta Mimar Sinan’ın mezarıdır. Koca Sinan çalışkan ve verimli bir mimardı; uzun yaşamı boyunca 400’den fazla eser tamamlamıştı. Kurucusu olduğu klasik Türk mimarisinin en önemli temsilcisi de oydu. Eğittiği öğrencileri diğer İslam ülkelerinde de eserler üretmişlerdi.

Laleli Camii

Laleli Camii Sultan Üçüncü Mustafa ( 1757- 1774) zamanında yapılan, sanat değeri büyük bir câmi. Yapımına 1759 yılında başlanılan Lâleli Câmii 1763 yılında bitirildi. Kemerler üzerine kurulan bu ibâdethâneyi, Mehmed Tahir Ağa yaptı.

Merkezî kubbe sekiz sütuna dayalı kemerler üstünde olup, altı yarım kubbe ile çevrilidir. Câminin iç duvarı somaki mermerlerle kaplıdır. Yapım tarzı ve konuluş şekliyle ayrı bir özelliği olan 105 penceresi vardır. Hünkâr mahfili sol taraftadır. İç avlusunda kemerler, esas yapıda olduğu gibi kendini gösterir. Burada, 16 sütuna dayalı 18 kubbe bulunur. Ortada sekiz sütunlu şadırvan vardır.Tek şerefeli zarîf iki minâreden sağdaki, câmi ile berâber, diğeri altı sene sonra yaptırılmıştır. 1765 depreminde zarara uğrayan câmi, 1783’te tâmir edildi. Bundan sonraki senelerde tâmirat görmüş ve 1958 yol yapımı zamanında cümle kapısı geriye doğru çekilmiştir. Câminin etrâfında imâret, sebil, türbe, muvakkıthâne, han, hamam ve dükkanlar vardı.

Câmiyi yaptıran Sultan Üçüncü Mustafa Hanın türbesi, güney yöndeki dış kapı yanındadır. Hanımları Âdilşah ve Aynülhayat Kadınefendiler, oğlu Üçüncü Sultan Selim Han ile kızları Hibetullah Mihrimah ve Mihrişah sultanlar da bu türbededir.

Nuruosmaniye Camii

Nuruosmaniye Camii 1748 yılında I. Mahmud zamanında yapımına başlanan ve III. Osman zamanında (1755) yapımı tamamlanan, Mustafa Ağa tarafından İstanbul'daki Nuruosmaniye semtine yapılan camii. İstanbul’da, Çemberlitaş ile Kapalıçarşı ve Cağaloğlu arasında kalan ve kendi adıyla anılan semtteki büyük ve güzel câmi. Bu câminin yerinde daha önce, Hoca Şeyhülislâm Sâdeddîn Efendinin hanımı Fatma Hâtun Mescidi bulunmaktaydı. Nûruosmâniye Câmiinin yapımına 1748’de Sultan Birinci Mahmud Han zamânında başlandı. Vefâtından sonra Sultan Üçüncü Osman Han devrinde devam edilerek 1755’te tamamlandı. Yapının kitâbesi bu târihi taşımaktadır. “Osmanlının Nûru” mânâsına, câminin ismine “Nûr-ı Osmânî” denilmekle berâber, Osmâniye Câmii diye de bilinir. Câminin mîmârı Mustafa Ağa, yardımcısı ise Simon Kalfadır. Câmi, barok üslûpta yapılmış olup, klâsik üslûptan tamâmen ayrı bir karakter taşımaktadır. Bilhassa yarım dâire şeklindeki avlusu, bunu iyice belirlemektedir. Câmi, bu özelliğiyle Osmanlı mîmârisinin yeni üslûbunun, ilk büyük ve mühim eseridir.

Câmi; medrese, kütüphâne, imâret, sebil, türbe ve çeşmeyle civârındaki dükkânlar ve hanlardan meydana gelen bir külliye şeklindedir. Kütüphânesi, çok değerli el yazması kitaplarla kurulmuştur. Câmi, yüksek bir kaide üzerinde inşâ edilmiştir. Plânı kare olup, mihrabı dışarı çıkıntılıdır. Yüksek ve geniş çaplı kubbe, yan duvarlardaki büyük kemerlere oturur. Câminin iç avlusu yarım dâire şeklinde olup, on iki sütuna oturan kubbelerin örttüğü revakı, şadırvansız olan bu avluyu çevreler. Câminin içi, yüz yetmiş beş pencereden ışık almaktadır. Cümle kapısı üzerinde müezzin mahfili, yanlarda yan mahfiller, mihrâbın sol tarafında ise dıştan büyük bir rampa ile çıkılan ve odaları da bulunan Hünkâr mahfili bulunmaktadır. Câminin beş gözlü son cemaat yerinin iki yanında dışarı doğru çıkıntı yapan birer tâne çok zarif minâresi vardır. Minâreler ikişer şerefelidir.

Câminin içi de son derece güzel ve gösterişli olarak tezyin edilmiştir. Mihrâbı, minberi ve câminin içindeki silmeler barok üslûpta ve son derece güzel yapılmıştır. Câminin içini süsleyen kısımlardan, yazılar hâriç diğer yerleri, güzel görünüşlü renkli taşlarla süslenmiştir. Câminin içini süsleyen yazılar ise, devrin tanınmış hattatlarından Rasim, Yedikulelizâde Abdülhalîm, Bursalı Müzehhib Ali ve Kâtibzâde Mehmed Refi Efendi tarafından yazılmıştır. Su kaynağının üzerine yapıldığından dolayı tabanı kemerlerle desteklenmiştir. Bir dış avlusu, bir de iç avlusu vardır. İç avlunun, ikisi yanlarda, biri ortada olmak üzere üç kapısı vardır. İç avlu, biri ortada, dördü yanlarda olmak üzere dokuz kubbeyle örtülmüştür. Şerefelerin altı, yatay şeritler şeklindedir. Minare külahları taştandır. Üst üste beş sıraya dizilmiş 174 adet penceresi vardır. Bu pencerelerin kemerleri daire kavisli ve dilimlidir. Kubbede, dördü sağır olmak üzere 32 pencere vardır. Mihrabın sağında ve solunda mermerden bir mimber vardır. Sahnın iç duvarları iki sıra halinde kalın ve çıkıntılı kornişlerle üçe ayrılır. Mermere oyulmuş olan Fatiha Suresi, mihrabın sağından başlayarak bütün sahnı dolaşır. Câminin avlusunda bulunan türbeye, ne câminin inşâatını başlatan Sultan Birinci Mahmûd, ne de câmiyi bitiren Sultan Üçüncü Osman Han defnedilmiştir. Bu türbede, Sultan Üçüncü Osman Hanın annesi Şehsuvar Sultan ile bâzı şehzâde ve sultanlar medfûndur.

Rüstempaşa Camii

Rüstem Paşa Camii, İstanbul'da Eminönü’nde, Tahtakale’de Hasırcılar Çarşısı’ndadır. İstanbul’un siluetini oluşturan en önemli yapılardan biridir. Yüksek bir platform üzerine oturtulmuştur ve kıyı siluetine egemen bir konumda, Hacı Halil Mescidi’nin yerine inşa edilmiştir. Caminin bulunduğu yer Roma döneminden bugüne şehrin en işlek mekanlarındandır. Banisi döneminin etkili devlet ricalinden, Süleymaniye Camii’nin inşasında da katkıları olan Sadrazam Rüstem Paşa’dır. Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı olan Sadrazam Rüstem Paşa imparatorluğun birçok yerinde yaptırdığı binalarla da tanınır. Mimar Sinan’ın ünlü eserlerindendir. Cami Rüstem Paşa’nın ölümünden sonra, 1561’de eşi Hürrem Sultan tarafından tamamlanmıştır. 

1666 yangınında ve 1776 depreminde hasar görmüştür. Rüstem Paşa Camii, Osmanlı mimari tarihinde olağanüstü güzellikteki çini kaplamalarıyla tanınır. Türkiye’nin en zengin çini kolleksiyonu bu caminin duvarlarında yer alır. Bu değerli çinilerin bir kısmı çalınmıştır. Oradaki büyük kubbeyi dört yarım kubbe desteklemektedir. Eteğinde 24 pencere bulunan büyük kubbenin kemerleri, sekiz köşeli dört fil ayağına dayanmaktadır. Mimberi ve mihrabı mermerdir. Son cemaat yeri 6 sütun ve 5 kubbelidir. Tek şerefeli minaresi yıkılan orijinalinin yerine yapılmıştır.

Arap Camii

Arap Camii, İstanbul’da yapılan en eski cami. İstanbul'un Galata semtinde, Tersane Caddesi, Galata Mahkemesi Sokağı'ndadır. Haliç'in Galata yakasındaki en büyük camiidir. Emevi kumandanlarından Mesleme bin Abdülmelik tarafından 717 senelerinde İstanbul-Karaköy’de yaptırıldı. Mesleme bin Abdülmelik büyük bir ordu ile Çanakkale’den Gelibolu, Edirne sonra İstanbul’a geldi. Galata’yı ele geçirerek yedi sene kaldı. Çok sıkıntı ve hastalık çektiklerinden buraya "Kahr köyü" ismini verdiler. Şimdi "Karaköy" denilmektedir. Muhyiddin-i Arabi hazretleri, Müsamere kitabında Mesleme’nin İstanbul seferini uzun anlatmaktadır. Mesleme çekilince Rumlar verdikleri sözü bozup camiyi kilise yaptılar. Dördüncü Murad Han zamanına kadar kilise olarak kalıp 1637’de eski yeri keşfolunarak mescide çevrildiği Fezleke-i Tarih-i Osmani’nin yüz altmış altıncı sayfasında yazılıdır. Birinci Sultan Mahmud Hanın annesi Saliha Sultan, camiyi 1735’te yeniledi. 1807 yangınında yanıp, yeniden tamir edildi. Galata semtinin en büyük camiidir. Cami, dikdörtgen şeklinde ve ahşap tavanlıdır. Mihrab duvarına bitişik dört köşe minare ve minarenin altından geçen dehliz, caminin en karakteristik kısımlarıdır. Üç kapısı vardır. Caminin bütün özelliklerinin en güzeli ve değerlisi mihrabında toplanmıştır. Buradan caminin bugünkü haliyle, on üçüncü yüzyılda yapıldğı açıkça anlaşılır. Arab üslubunu hatırlatmak için bir de son cemaat yeri eklenmiştir.
Bu caminin 8. Yüzyıl'da İstanbul'u kuşatan Araplar tarafından yaptırıldığına dair rivayetler bulunmaktadır. Fakat bu rivayetler doğrulanmış değildir. İstanbul fethedildiğinde burada bir kilisenin olduğu ve bu kilisenin Fatih Sultan Mehmet tarafından Galata Camii adıyla 1475 yılında camiye dönüştürüldüğü bilinmektedir. 1492'de Endülüs'ten göç eden Araplar bu cami etrafına yerleştirildikten sonra Arap Camii ismini almıştır. Dönem dönem tamirat görmüş ve bazı değişikliklere uğramıştır. 1913'te yapılan tamirat sırasında zeminden çıkan Ceneviz'lilere ait kitabeli ve armalı mezar taşları Arkeoloji Müzesi'ne taşınmıştır. Camii dikdörtgen planlı ve gotik tarzda bir yapıdır. Kiliseye ait çan kulesi de minareye dönüştürülmüştür. Bu minare Endülüs'teki minarelere çok benzemektedir.

Ortaköy Camii

Ortaköy Camii, İstanbul'da Boğaziçi’nde Ortaköy semtinde ve sahildedir. Cami, Sultan Abdülmecid tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmıştır. Oldukça zarif bir yapı olan cami Barok üslubundadır. Boğaziçi’nde eşsiz bir konuma yerleştirilmiştir. Bütün selatin camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur. Geniş ve yüksek pencereler Boğaz’ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir.

İnce ve zarîf minâreleriyle tanınan câmi, karışık uslupta inşâ edilmiştir. Tek kubbeli olup, kubbeden kare plâna geçişte, istinâd kemerlerinin birleştiği köşelerle kubbe arasındaki pandantiflerin dış yüzleri kurşunla örtülüdür. Köşelerde kontrofor kuleleri vardır. Minâreler kuzey cephesinde, hünkâr dâiresinden yükselir. Câminin içi çok güzel olup, bilhassa kubbe tezyînâtı fevkalâdedir. Câminin içindeki Allah, Muhammed ve ilk dört halifenin (Hulefâ-i râşidîn) adları, bizzat Sultan Abdülmecîd Han tarafından yazılmıştır.

Merdivenle çıkılan yapının tek şerefeli iki minaresi vardır. Duvarları beyaz kesme taştan yapılmıştır. Tek kubbenin duvarları pembe mozaiktendir. Mihrap mozaik ve mermerden, mimber ise somaki kaplı mermerden yapılmıştır ve ince bir işçiliğin ürünüdür.

Bayezid Camii

Bayezid Camii, İstanbul'un Beyazıt semtinde, Beyazıt Meydanı'na dağınık bir şekilde yayılmış haldedir. Sultan II. Bayezid tarafından yaptırılmıştır. İnşasına 1500'de başlanmış ve 1505'de bitirilmiştir. Mimarının kim olduğu konusunda ihtilaf vardır. Mimar Hayrettin, Mimar Kemaleddin'in ve Yakupşah bin Sultanşah isimli mimarlardan biri tarafından yapıldığı sanılmaktadır ama kesin bilgiye ulaşılamamıştır. Külliye, bir cami, aşhane-imarethane, sübyan mektebi, tabhaneler, medrese, hamam ve kervansaraydan oluşur Kendisinden daha önce yapılmış bulunan Fatih Külliyesi'nden farklı olarak simetrik yapılar şeklinde değil, dağınık bir şekilde inşa edilmiştir. Külliyenin merkezi Bayezid Camii'dir. 16.78 m çapındaki ana kubbesi dört ayak üstüne oturtulmuştur. Camii yerine külliyeye dahil bulunan tabhaneye bitişik minareleri, bu caminin ayırt edici özelliklerindendir. Bu nedenle iki minare arasındaki mesafe 79 metredir. Cami içerisindeki taş ve ahşap işçiliği ile vitraylar dikkat çekici güzelliktedir. Avlu döşemesi ve şadırvanın sütunları Bizans'tan kalma malzemenin yeniden işlenmesiyle elde edilmiştir. Özellikle şadırvan sütunlarında Bizans izleri görülebilmektedir. Külliyenin imarethane ve kervansarayının bugüne ulaşan kısmı Beyazıt Devlet Kütüphanesi tarafından kullanılmaktadır ve caminin solunda yer alır. Medrese ise caminin sağında ve oldukça uzağında yapılmıştır. Günümüzde Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi olarak kullanılmaktadır. Külliyenin hamamı medreseden de uzakta, Ordu Caddesi üzerinde, Edebiyat Fakültesi'nin yanındadır. Caminin kıble tarafındaki boşluktaysa türbeler bulunmaktadır. Sultan II. Bayezid'in, kızı Selçuk Hatun'un ve Tanzimat Fermanı'nın mimarı Mustafa Reşid Paşa'nın türbeleri buradadır.

Şehzade Başı Camii

Şehzade Camii, Kanuni Sultan Süleyman tarafından genç yaşta ölen oğlu Şehzade Mehmet adına yaptırılmıştır. Mimarı, Mimar Sinan'dır. Şehzadebaşı Cami ismiyle de bilinen eser İstanbul'un Laleli semtindedir. Kanuni'nin oğlu Şehzade Mehmed Saruhan valisi iken 1543'de 22 yaşında vefat etti. Padişah, camiyi 1543-48 arasında Mimar Sinan'a yaptırttı. 18.42m lik kubbesi 4 büyük yarım kubbeye yaslanır. Şadırvan avlusu 12 sütunda 16 kubbelidir. İkişer şerefeli çift minaresi vardır. İmaret ve medrese, tabhane, türbeler cami bahçesinde ve arka sokaktadır. Şehzade türbesinin içi rengarenk çinilerle doludur. Ortadaki sandukada Şehzade Mehmed, sağında Şehzade Cihangir yatar, solunda Hümaşah Sultan. Şehzade türbesinin sol tarafında Rüstem Paşa Türbesi bulunur. Diğer şehzade türbeleri Vefa tarafındadır. Dış avluda İbrahim Paşa Türbesi ile Destari Mustafa Paşa Türbesi vardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak devrinin büyük mimarı Mimar Sinan, Şehzade Camii ve külliyesini 1544-48 tarihleri arasında dört yılda tamamlamıştır. Koca Sinan daha sonraları yaptığı bir değerlendirmede “Şehzade çıraklık, Süleymaniye kalfalık, Edirne Selimiye de ustalık eserimdir” diyecektir. İşte Şehzade Camii Sinan’ın mimari dehasındaki ana devirler olan bu üç abide eserin ilk basamağıdır. Yarım kubbe problemini ilk defa ele aldığı bu camide Mimar Sinan dört yarım kubbeli ideal bir merkezi yapı meydana getirip, Rönesans mimarlarının rüyasını gerçekleştirmiştir.Cami kare planlı olup, üstü yarım küre şeklinde bir büyük kubbe ve bunun etrafında dört yarım kubbeyle örtülmüştür. Dört köşede yarım küre, dört de küçük kubbe vardır. Bütün kubbeler dört büyük fil ayağı üzerine oturur. Mimar Sinan’ın eserlerinde görülen sadelik ve tezyinat bu camide de görülür. Şehzade Camii’nin büyük dış avlusu altı kapılıdır. Caminin cümle kapısı duvarının iki yanındaki ikişer şerefeli çift minaresi yapının en dikkat çeken bölümlerindendir. Diğer cami ve minarelerdeki sadelik burada yoktur. Koca Sinan’ın bu minarelerdeki tezyinatı emsalsizdir.

Dört yarım kubbe ile desteklenen bir merkezi kubbe ile örtülüdür. “Kare içine oturan haçvari plan tipolojisinin Osmanlı mimari geleneği çerçevesindeki gelişiminin son noktasıdır. Bu gelişimin bir önceki adımları Edirne’deki Üç Şerefeli Cami, eski Fatih Camisi ve Üsküdar’daki Mihrimah Sultan camilerinde görülür.¹”

Mimar Sinan daha sonra inşa ettiği Süleymaniye ve Selimiye camilerinde Şehzade Camisi’nden daha ileri mimari çözümlemelere ulaşmışsa da, Şehzade Camisi plan şeması Sultanahmet Camisi, Yeni Cami gibi 17. yüzyıl camilerinde beğenilerek kullanılmıştır. Şehzade Camisi’nde şadırvan avlusu ve cami kitlesi iki eş karedir. “Kubbe çapı 19 m, kubbenin zeminden yüksekliği 37 m dir. Merkezi kubbe pandantifli kare bir baldaken oluşturur.¹” Kubbeyi taşıyan dört ayakların çok fazla yer kaplamamasıyla mekan bütünlüğü sağlanmaya çalışılmıştır. Örtü, yarım kubbeler ve eksedralarla yapı kanatlarına ulaşır. Dışarıda, büyük orta kubbenin oturduğu kare kısmın dört köşesine ve yarım kubbelerin yanlarına dört ağırlık kubbesi konularak kemerlerin açılması önlenmiştir. Bunlar camiye aynı zamanda kademe kademe yükselme vermiştir. Yan galeriler yoktur ve böylece mekân daha fazla bir bütünlük kazanmıştır. Sadece hünkar ve müezzin için küçük birer mahfil bulunur. “Örtünün eğrileri ile planın doğruları küresel geçit öğeleri ve mukarnaslarla birbirleriyle buluşurlar. Masif duvarların yerine Osmanlı mimarlığında ilk kez dış mimaride revak kullanılmıştı. Yan revaklar iki kareden oluşan harem ve avlu planına bir ek olarak akıtılmıştır ve avlu yönünde minareler sonlanır.” 2’şer şerefeli bu minareler oldukça zarif bezemeye sahiptir. Şehzade Camii Şehzade Cami’sinin simetrik modülasyonu avluda da kendini gösterir. “Şadırvan avlusu da cami gibi 5x5 modüle bölünmüştür. Kubbe açıklığına eşit olan açık bölüm 3x3 modül olarak açık bırakılmıştır. Kubbe büyüklükleri ve yükseklikleri aynıdır. Osmanlı mimarlığının en dengeli avlularından biridir.¹” Merkezde bulunan sekizgen şadırvan yaklaşık bir modül büyüklüğündedir. Revak kubbelerinin büyüklükleri birbirine eşit, yükseklikleri birbirne eştir ve hemen cami planındaki köşe kubbelerle aynı büyüklüktedir. “Bu yüzden Şehzade Cami avlusu Beyazıd Cami avlusu ile birlikte Osmanlı Mimarisinde bulunan en dengeli ve güzel avlularından biri sayılır.¹” Mermer ve somaki kaidelere oturan revak sütünları 12 adettir. Revakları örten kubbelerin sayısı da 16’dır. “Bezeme özellikleri açısından özgün bir yapıdır. 15. yüzyıldan itibaren başlayan yalınlaşma eğiliminin dışına çıkmıştır. Çokrenkliliğin vurgulanışı, yapının dış profillerine getirilen bezemesel öğeler, minarelerin yüzey bezemeleriyle benzersiz yapıdır. Mihrap, minber ve müezzin mahfili mermerdendir.”

Sabancı Camii

Sabancı Merkez Camii, Adana şehrinin merkezinde, Seyhan nehri kıyısında yer alan, Türkiye'nin en büyük camisidir. 1998 yılında hizmete açılmıştır. 32 metre çaplı ana kubbesi ile Türkiye'nin en büyük kubbeye sahip camisidir. Caminin proje mimarı Necip Dinç'tir. 20,000 kişilik cami, son cemaat mahaliyle birlikte 6600metrekareye yayılmıştır; 9 fil ayağı üzerine oturur. Klasik Osmanlı mimarisi tarzında yapılmıştır. Genel görünüm olarak Sultanahmet Camii'ne, plan ve iç mekan olarak Selimiye Camii'ne benzer. Bu nedenle Sabancı Merkez Camii için “Selimiye'nin eşi, Sultanahmet'in kardeşi, Kocatepe'nin çağdaşı.” denmektedir.  4 yarım-kubbe, 5 kubbe, 6 minaresi vardır; bunlar 4 kitap, 4 halife ve 4 mezhebe, İslam'ın 5 şartına, imanın 6 şartına karşılık gelmektedir. 32 metre çaplı ana kubbe 32 farza, avludaki 28 kubbe Kuran'da adı geçen 28 peygambere, ana kubbedeki 40 pencere Hz. Muhammed'(sav)in peygamber olduğu yaşa ve 40 rekat namaza, 99 metrelik 4 minare Allah'ın 99 güzel ismine karşılık gelir. Caminin temeli 13 Aralık 1988'de atılmıştır. 65bin metrekarelik arsası Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye Diyanet Vakfı'na devredilmiş; halkın bağışları ile caminin %50'si tamamlanmıştır. Geri kalan %50, Hacı Sabancı ve onun ölümünden sonra Sabancı ailesi tarafından karşılanmış; bu nedenle başlangıçta Merkez Camii olması düşünülen adı Sabancı Merkez Camii halini almıştır. Hat işlerini Hüseyin Kutlu; nakış - tezyinat işlerini Mimar Semih İrteş; mukarnas işlerini Ali Turan Usta; mihrap, minber, kürsü, ana mekan ve son cemaat mermer kapıları Nihat Kartal; şadırvanlar, sebil köşkü, bahçe mermer kapıları ve mermer söveleri Necati Cebeci; beton ve alçı vitraylar A. Kadir Aydın Usta; ana mekan ve hündekâri kapıları Ahmet Yılçay Usta, avizeyi Cedetaş Elektromekanik A.Ş. firması yapmıştır.

Dünya’dan

Mescidi Nebevi

Mescid-i Nebevî, Hicret'ten sonra Medine'de Hz. Muhammed ve ashabı tarafından inşa edilen mesciddir. İslam'ın Mekke döneminde müslümanlar Kabe'de namaz kılıyorlardı. Kendi mescidleri yoktu. Mescidi Nebevi ya da Mescidi Nebi basit bir yapı idi. Hurma kütüklerinden sütunları, hurma dallarından çatısı, bir adam boyunda avlu duvarları olan bir mesciddi. Minberi, mihrabı yoktu. Bir bölümü Suffe denilen fakirler ve öğrencilere ayrılmıştı. Ağlayan kütük olayı bu mescidde vuku bulmuştur. Peygamberimiz Cuma hutbelerini minber olmadığından bir ağaç kütüğüne yaslanarak yapardı. Bir gün bu yaslandığı kütükten bir an ayrılmasıyla kütüğün inlediği, ağladığı hadis kitaplarında anlatılmaktadır. 654 yılındaki deprem ve yangında bu mescid yanmıştır. Emevi ve Abbasi dönemlerinde yeniden yapılmıştır. Bugün içinde Peygamberimizin kabrinin bulunduğu mesciddir. Hz. Ebu bekir ve Hz. Ömer'in kabri de buradadır. İslam dünyasının Mescidi Haram'dan sonraki ikinci ziyaret yeridir.

Mescid-i Aksa 

Mescid-i Aksa yada El-Mescidü'l-Aksâ, Kudüs'te Süleyman mabedinin bulunduğu yere kurulan cami. Mescid-i Aksa, Arapça'da "en uzak cami" anlamına gelmektedir. Hicret'in ikinci yılından sonra Kabe'nin kıble olarak kabul edilmesiyle, tüm Müslümanlar namazlarını Mescid-i Aksa yerine Kabe'ye dönerek kılmaya başlamışlardır. Şimdilerde Mescid-i Aksa, eski Süleyman mabedinin güneyindeki camiye denilmektedir. Cami Haçlı Seferleri'nin başlamasıyla Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında birkaç kez el değiştirdikten sonra 1967 yılında İsrail'in işgaline girmiştir. Mescidi Aksa'yı ilk inşa eden kişi Hz. Süleyman (a.s.)'dır. Kur'an-ı Kerim'in Sebe suresinin 14. ayeti kerimesinin tefsiriyle ilgili olarak verilen bilgiler de buna delalet etmektedir. Bu ayeti kerime de şöyle buyurulur: "Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimizde, onun ölümünü, bastonunu yiyen ağaç kurdundan başka onlara gösteren olmadı. Böylece o yere yıkılınca, anlaşıldı ki cinler eğer gaybı biliyor olsalardı aşağılayıcı azabın içinde kalmazlardı." Bu ayetin tefsirinde şu bilgiler verilir: Süleyman (a.s.) Mescidi Aksa'nın inşasında cinlerden de yararlandı. Bu inşaat işinde insanların yapmaya güç yetiremeyecekleri zor işleri cinler yapıyorlardı. Ancak Süleyman (a.s.) bir gün mihrabında asasına dayanmış halde ibadet ederken öldü. Cinler onun ibadet ettiğini sanarak işlerini yapmaya devam ettiler. Sonuçta Süleyman (a.s.)'ın asasını içten güve yedi ve asa kırılınca onun cesedi de yere düştü. Böylece öldüğü anlaşıldı. Mescidi Aksa'nın İslâm'daki müstesna yerinin bir sebebi de Resulullah (S.A.V.)'in isrâ ve miraç mekânı olmasıdır. Yüce Allah, İsrâ suresinin birinci âyetinde Mescidi Aksa'yı adıyla anarak şöyle buyurur: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir." Burada dikkat edilirse Mescidi Aksa'dan "çevresini mübarek kıldığımız" şeklinde söz edilmektedir. Mescidi Aksa'nın çevresi ise başta Kudüs sonra diğer Filistin topraklarıdır.
Resulullah (s.a.s.)'ın miraca yükseltildiği sırada Kudüs'te bugünkü şekliyle bir cami yoktu. Ancak Hz. Süleyman (a.s.) tarafından inşa edilmiş ve daha sonra yıkıma maruz kalıp yenilenmiş olan Mescidi Aksa'nın kalıntıları vardı ve burası da Beyti Makdis olarak adlandırılırdı. Resulullah (s.a.s.)'ın ziyaret ettiği mekân da işte burasıydı. Beyti Makdis ibaresi bazı tarihi kaynaklarda Kudüs şehri için de kullanılmıştır.

Bazı tarihi kaynaklarda Kudüs'ün M. S. 70 yılında yıkıma uğratıldığı Beyti Makdis'in de bu olayda yıkıldığı ifade edilmektedir. Ancak bu mekân yine bir mabed olarak biliniyor ve Beyti Makdis'in kalıntıları da korunuyordu. Şu an yahudilerin "Ağlama Duvarı" Müslümanların ise "Burak Duvarı" olarak adlandırdıkları duvar eski mabedin bir kalıntısıdır. M.S. 638 yılında Hz. Ömer (r.a.) döneminde Kudüs fethedildikten sonra Beyti Makdis'in yerinde Mescidi Aksa inşa edildi. Hz. Ömer (r.a.)'ın burayı mabed ittihaz etmesi de o mekânın kudsiyet ve ehemmiyetinden ileri geliyordu. Mescidi Aksa daha sonra Emevi halifelerinden Abdülmelik bin Mervan zamanında genişletildi. Mescidi Aksa'nın hemen yakınında bulunan ve bugün Türkiye Müslümanları tarafından Mescidi Aksa zannedilen sekiz köşeli Kubbetu's-Sahra adlı mabed de Abdülmelik bin Mervan tarafından inşa ettirilmiştir.

Kubbetüs Sahra Camii

İslam mimarisimde bilinen ilk kubbeli eserlerden olan Kubbetüs Sahra batılılar tarafından daha çok Ömercamii olarak bilinir. İslam inancında müslümanların peygamberi Hz. Muhammed Kubbetüs Sahra içindeki kaya'nın üzerinden miraca yükselmiştir. Kubbetüs Sahra Emevi Halifesi Abdülmelik devrinde 687-691 yılları arasında inşa edilmiştir. Binanın iç yüzeyi ve kubbesi kur'an sureleri ve çesitli motiflerle süslenmiştir.

Haçlılar'ın 1099 tarihinde Kudüs'ü müslümanlardan almasından sonra Kubbetüs Sahra kiliseye çevrildi ve binada çeşitli değişiklikler yapıldı. Binanın kuzeyine Hristiyan din adamları için hücreler ilave edildi, kubbesine haç yerleştirildi, kubbenin altındaki mağaraya ikonalar kondu. 1187'de Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü fethinden sonra Haçlılar döneminde yapılan değişikliklerin büyük bir kısmı kaldırıldı. Tarih boyunca bölgeye hakim olan Müslüman hükümdarlar Kubbetüs Sahra'ya büyük saygı göstermiş, binanın bakımı ve tamiri ile yakından ilgilenmişlerdir. Kubbetüs Sahra Eyyubi ve Memluk Sultanları tarafından çeşitli tarihlerde tamir etttirildi. Bölge Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı topraklarına katıldı. Kanuni Sultan Süleyman Kubbetüs Sahra'yı köklü biçimde tamir ettirdi. Binanın dış cephesini çinilerle kaplattı. Kubbetüs Sahra Osmanlı padişahlarından III. Murat, I. Abdülhamid, II. Mahmud, Sultan Abdülmecid Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid devirlerinde de tamir edildi. II. Abdülhamid binanın zeminini İran halıları ile döşetti. Binanın ortasına büyük bir avize astırdı ve eskiyen çinilerini yeniletti. 11 Temmuz 1927 tarihinde Filistinde meydana gelen depremde önemli ölçüde hasar gören Kubbetüs Sahra, Ürdün, diğer Arap ülkeleri ve Türkiye'nin katkıları ile esaslı bir şekilde tamir edildi. Ürdün Kralı Hüseyin 1998'de Kubbetüs sahra'nı kubbesinin bakımı ve tamiri için 8,2 milyon dolar bağışladı.

Günümüzde İsrail'deki radikal bir grup Kubbetüs Sahra ve Mescid-i Aksa'nın başka bir yere taşınmasını ve burada Yahudilerin üçüncü tapınağının inşa edilmesini istemektedir. Yahudiler Süleyman Tapınağı’nı kendi inanışlarına göre yeniden inşa etmek istiyor ve tapınaktan kalan Ağlama Duvarı’nda ibadet ediyor. Müslümanlar ise en kutsal ibadet yerlerinden biri kabul edilen tarihi Kubbetüs Sahra ve Mescid-i Aksa’da ibadet ediyor ve İslam’ın kutsal mekanlarını korumak istiyor. 1967 Savaşından sonra bölgenin kontrolü İsrail'in eline geçmiştir. O dönemde bir çok İsrailli askeri yetkili Kubbetüs Sahra'nın patlatılarak tamamen yok edilmesi gerektiğini savunmuştur.

Emevi Camii

Emevi Camisi mimari özellikleri, ince süslemeleri ve taşıdığı manevi değerlerden dolayı dünyanın en seçkin birkaç camisinden biridir. Emevi Camisi Şam şehrinin sembolü ve en çok ziyaret edilen yeridir. Tarihçi Stragon " Asyanın batısındaki en meşhur şehir" der. Şam'a nereden gelirseniz gelin Emevi Camisi karşılar sizi. Çünkü Emevi Camisi ile Şam birbiri ile özdeşleşmiştir adeta.Emevi Camisine ulaşmak için meşhur Hamidiye çarşısından geçmenizi tavsiye ederiz. Çünkü uzun bir giriş kapısı gibidir.Emevi Camisi M.Ö 1. y.y.'a ait harap bir Roma mabedi ve yanında bulunan Hz. Yahya kilisesinin yerine inşa edilmiştir. Şam'ın fethinden sonra mabed Hz. Ebu Ubeyde Bin Cerrah'ın gözetimi altında 635 yılında yani 1370 yıl önce camiye çevrilmiştir. Daha sonra caminin ihtiyacını karşılayamaması üzerine Emevi Halifesi Velit Bın Abdulmelik Roma mabedinin yanındaki kiliseyi hristiyanlardan kendilerini razı ederek almış ve genişletmiştir.Hatta bir rivayete göre karşılığında büyük bir kilise vermiştir.Yapımı devam eden asırlar içinde birçok yangına ve tahribata maruz kalan Emevi Camii çeşitli onarım ve değişiklikler geçirmiş. Buna rağmen mimari özelliklerini bilhassa mozaiklerdeki ihtişamını koruyabilmiş. Caminin üç minaresi var bunlardan en meşhur olanı Ak Minaredir. Halk arasındaki yaygın inanışa göre Hz. İsa bu minareye inecek. İçinde Hz. Hüseyin'in mübarek başının bulunduğu ve Hz. Yahya türbesinin mevcut olduğu bu cami ziyaretçilerini bekliyor.

Samarra Camii

Samara Ulu Camii, öteki adıyla Mütevekkiliye Camii, İslam dünyasının en büyük cami yapılarından biridir. 150.000 kişi burada bir arada namaz kılabiliyordu. Basit mimarisi, ilk İslam cami planının anıtsal ölçüler içinde tekrarından ibarettir. Yapımında tuğla ve kerpiç kullanılan caminin ilginç bir minaresi vardır. Kare tabana oturan dev boyutlu bu anıtsal minareye geniş bir rampa ile çıkılır. Bu minare formu, yine Samarra’da Ebu Dulaf Camii’nde tekrarlanmış ve bir daha kullanılmamıştır.

Kuba Mescidi

Mescid-i Kuba İslamda ilk bina edilen mescid. Peygamber efendimizin hicretlerinde Medine-i münevvereye gelmeden önce Kuba denilen yerde konakladıklarında ilk bina ettikleri mesciddir.
Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem beraberinde hazret-i Ebu Bekr, amir bin Füheyre radıyallahü anhüm ve mihmandarları Abdullah bin Üreykıt olduğu halde 622 yılı Eylül ayının 20. günü (hicretin birinci senesi Rebiulevvel ayının sekizinde) Pazartesi günü, kuşluk vakti Kuba köyüne ulaştılar. Bu gün İslam tarihinde Müslümanların Hicri Şemsi yılının senebaşı sayıldı. Peygamber efendimiz, Kuba'da bir mescid bina ettiler ve burada ilk Cuma namazını kıldılar. Kuba Mescidinin arsası Peygamber efendimizin evlerinde konakladıkları Gülsüm bin Hidm'e aitti. Peygamber efendimiz burasını satın aldı ve mescidin temelini atacağı zaman; “Ey Kubalılar! Bana Harre mevkiinden taş getiriniz.” buyurarak, bina işine girişildi. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem yanında bir hayli taş toplanınca, kıbleyi çizerek ve bir taş alıp birinci temel taşını kendi mübarek elleriyle koydular. Kuba Mescidi, Kur'an-ı kerimde mealen: “Temeli takva üzerine kurulan mescid.” (Tevbe suresi: 108) buyrularak medhedilmiştir. Kuba Mescidi sonraki devirlerde halife, hükümdar ve vezirler tarafından defalarca tamir edildi ve yenilendi. Halife Ömer bin Abdülaziz rahmetullahi aleyh, Kuba Mescidini genişletti. Mescidin içine taştan direkler diktirdi ve demirle pekiştirdi ve nakışlattı. Ona bir minare ilave ettirdi. Osmanlı hükümdarlarından Kanuni Sultan Süleyman Han, Kuba Mescidini yıktırıp, yeniden yaptırdı. Ona hatipler, imamlar ve müezzinler tayin etti (H.950). Kuba Mescidi, Sultan Mahmud Han tarafından da tamir ve tezyin edilmiştir.

Fustat Amr İbni As Camii

M.S. 642 yılında yapılan afrika ve mısırın ilk camisi. Sahabeden Amr bin As’ın mısır fethinden sonra eski mısırda yapılmış ilk cami. İlk minareli camilerden olduğu biliniyor.  Tek katlı olarak inşa edilen cami fustat olarak bilinen Eski Kahire’de görülmeye değer yapılardan birisi.

Kahire İbnu Tulun Camii

Tolunoğulları Camii Mısır'ın Kahire kentinde bulunan eski bir cami. Tolunoğulları devletinin kurucusu Türk kökenli devlet adamı Ahmed bin Tolun tarafından 879 yılında yaptırılmıştır

Kaynak : Haber metini Diyanet İşleri Başkanlığı ‘ http://camilerhaftasi.diyanet.gov.tr ‘ sitesinden alınmıştır.

Tüm Haberler
Ürünlerimiz ISO kalite ve yanmazlık belgesine sahiptir.